Bazı romanlarla ilgili tuhaf ön yargılarım oluyor, bu yüzden ya hiç okumuyorum ya da çok geç okuyorum. Bu roman da onlardan biri. Aslında Zülfü Livaneli romanlarını çok severim, anlatımı, akıcılığı, konuları ele alışı harikadır. Nedense Kardeşimin Hikayesi yayınlandığı dönemlerde bir kaç yorum okumuş, belki de yorumları yanlış değerlendirip okumamayı tercih etmiştim.
Neyse ki, annem alıp okumuş da, bana verdi mutlaka oku seversin diyerek. Tabii ki elime aldığım andan itibaren her şeyi bırakarak kitabı okuyup bitirme telaşına düştüm, çoğu Livaneli romanında olduğu gibi. Bir kez daha yorumları çok fazla dikkate almamam gerektiğini öğrendim, çünkü kitap konusunda zevkler çok değişken olabiliyor. Kitabı okuduktan sonra da tekrar yorumlara baktım, bir çoğuyla aynı fikirde değildim. Ben çok zevk alarak, sonuna kadar aynı heyecan ve merakla okudum.
Konudan kısaca bahsedicem, merak etmeyin kesinlikle kilit bilgiler vermiyorum, sadece genel olarak konuyu anlamanız için özet geçiyorum;
Hikaye İstanbul'a 1 saat mesafedeki Çatalca tarafında Karadeniz'e kıyısı olan Podima ismindeki kasabada geçiyor. 58 yaşındaki emekli inşaat mühendisi Ahmet Arslan da İstanbul'dan kaçıp bu sakin kasabaya yerleşmiş, kitaplarla dolu, bahçeli bir evde köpeği Kerbera ile yaşayan, insanlarla görüşmekten pek hoşlanmayan nevi şahsına münhasır bir insan.
Bir sabah kasaba sakinlerinden Arzu Kahraman'ın evinde öldürüldüğü haberini alıyor. Arzu ile ara sıra görüşüp kitaplar hakkında sohbet ettiği için, olay üzerine kasabaya gelen genç gazeteci Pelin Soysal da Ahmet Bey'den bilgi almak için onunla görüşmeye başlıyor.
Kitap boyunca Ahmet Bey'in kendi hayatı hakkında Pelin'e anlattığı hikayeleri dinliyoruz. Kardeşi Mehmet'e neler olduğunu, Arzu'yu kimin öldürdüğünü bulmaya çalışıyor, bu gizemli olayların nereye bağlanacağını merak ediyoruz.
Sonuç olarak oldukça gizem dolu ve sürükleyici bir öyküyle karşı karşıyayız. Dolayısıyla merakla bir an önce bitsin diye elinden bırakmak istemiyor insan. Herkesin zevkle okuyacağı bir roman bence. Tavsiye ederim.
Kitaptan Alıntılar:
“Peki sizin ayrıcalığınız ne?” diye soruyor.
“Çok basit” diyorum. “Okumak. sadece okumak. Okuyan insan, dünyanın aklına yaslar sırtını…”
insanın biyolojik fonksiyonlarına aşırı bir anlam yükleme çabası içindeyiz. Çünkü hiçlik zor geliyor.
"Unutmak. Eğer unutmak diye bir şey olmasaydı, yaşam da olmazdı. İnsan, unutmadan yaşamını sürdüremez."
Her insan bedeninin çürüyeceğini bilir ve bundan korkar. Ama çoğu insanın ruhu gövdesinden önce çürür; nedense bundan kimse korkmaz.
Kitaptan Alıntılar:
“Peki sizin ayrıcalığınız ne?” diye soruyor.
“Çok basit” diyorum. “Okumak. sadece okumak. Okuyan insan, dünyanın aklına yaslar sırtını…”
insanın biyolojik fonksiyonlarına aşırı bir anlam yükleme çabası içindeyiz. Çünkü hiçlik zor geliyor.
"Unutmak. Eğer unutmak diye bir şey olmasaydı, yaşam da olmazdı. İnsan, unutmadan yaşamını sürdüremez."
Her insan bedeninin çürüyeceğini bilir ve bundan korkar. Ama çoğu insanın ruhu gövdesinden önce çürür; nedense bundan kimse korkmaz.
kitabın kapağı laurence durell in iskenderiye dörtlüsü kitaplarından birinin kapağında var mıydı ben mi öyle hatırlıyorum
YanıtlaSilKitabın kapağındaki resim Belçikalı ünlü ressam René Magritte'in bir tablosundan alıntıymış. Daha önce de Peride Celal'in Deli Aşk adlı romanında kapak resmi olarak kullanılmış :)
Sil