80 ler Türkiye’si…
Bugün Türkiye’nin neden bu halde olduğunun anlaşılması için derinlemesine
incelenmesi gereken bir dönem… O yıllarda yaşayanların sızıyla andıkları, çok
muhtemel unutmaya çalıştıkları, babalarımızdan, bir hikaye dinler gibi
dinlediğimiz, “Baba hadi bir daha anlat, nasıl kestiler yolunuzu, siz nasıl
kurtuldunuz ellerinden” diye defalarca sorup, kocaman açılan gözlerimizle
dinlediğimiz bir dönem…
Ece Temelkuran’ın Devir romanının
çıktığını görünce hiç düşünmeden aldım ve okumaya başladım, siyasi alt yapısına,
bilgisine hayran olduğum, yazım dilini sevdiğim bir kadın çünkü O… Siyasi roman
okumayı çok da sevmiyorum aslında, hem o dönemleri iyi bilmediğimizden hem de
dili itibariyle zorluyor insanı, işte tam da bu yüzden, diğerleri gibi
olmadığından çok ama çok sevdim “Devir”i…
Türkiye’nin dönüm noktalarından
biri olan 80 darbesi dönemi, her gün bir gencin öldürüldüğü, sizden mi bizden
mi şeklinde kan davasına dönüşmüş, tam bir iç savaş haline gelmiş, kardeşin
kardeşi vurduğu rezil yıllar… Biz bütün olanları iki küçük çocuğun gözünden,
onların aklıyla, duygularıyla okuyoruz… Belki de o yüzden çok akıcı ve
kolaylıkla içinde bulunulan siyasi ortamı anlamamızı sağlıyor…
“Devir”, sürekli İstanbul
temelinden bakılan Türkiye sosyolojisine karşın Cumhuriyet şehri Ankara ve
Kuğulu Parkı merkeze alıyor… Romanın iki kahramanından biri 8 yaşındaki Ayşe,
anne babası 12 Mart darbesinden sonra evlenmiş, orta halli bir ailenin çocuğu…
Diğer kahraman Ali ise bir gecekondu mahallesinde yaşayan, pek fazla konuşmayan
bir çocuk… Bu iki dostun tanıştıkları günden itibaren tek bir amaçları var
“Kuğulu Park’taki kuğuları kurtarmak” eğer bunu başarırlarsa “devrimci abi ve
ablaların” ölmelerini engelleyeceklerine inanıyor ve bunun için planlar yapıyorlar…
Aman okuyup ne olacak geçmiş
gitmiş bir dönem diye düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz, çünkü “Devir” sadece
geçmişte kalmış bir dönemi değil, bir dönemin bugüne dek uzayarak nasıl
evrildiğini anlatıyor aslında. Günümüz gençliğinin isyan duygusunun kökenini
işaret ederek, bugünün geçmişten beslendiğini, ülkedeki isyancı geleneğin
aslında ne kadar derin ve alttan alta süren bir yapısı olduğunu da gösteriyor…
“Unutmamak ile hatırlamak aynı
şey midir” diye soruyor Ayşe… Roman boyunca görüyoruz ki, sadece üzerinde
sürekli konuşulan mevzular değil, unutuldu sandıklarımız da hayatımızı
etkileyip belirliyor aslında…
“Devir” sadece bir dönem romanı
değil aslında, bir seksenler parodisi hiç değil; ismiyle, kurgusuyla tüm
zamanlara devredilmiş baskıdan, acıdan, değişim ve devrim umudundan, çocukluk
kaygılarından ve memleket halinden söz eden bir roman…
Beni çok etkileyen bir alıntıyla
bitirmek istiyorum, içime bir şey oturdu kaldı bunu okuyunca, anlatmakla olmaz
okunmalı…
“71’de bizi aldıklarında niye
cezaevine gelmedin anne? Beni nasıl bıraktın orada?”
İlyas Efendi öyle demeseydi:
“Askerler çocuklara bir şey
yapmaz Nejla Hanım. Ne yapacaklar? Hatta iyi bile hapiste olması. Bari
sokaktaki komünistlere katılmaz. Hem alsın dersini!”
Ben giderdim de… Ben de mi
içimden dersini alsın diye geçirdim acaba? Fakat nereden bileceksin? İşkence mi
duyduk o zamana kadar? Hem de gencecik kızlara… İşkence bilmiyorduk ki biz…
Bilsek…
Post Comment
Yorum Gönder