Sabah işe gitmek üzere arabaya bindim, her zaman yaptığım gibi Show Radyo'yu açtım... Nihat Sırdar'ı dinleyerek güne başlamayı seviyorum. O zaman duydum Robin Williams haberini... İçim acıdı... İşe geldiğimde haberlere bakınca, intihar olduğunu öğrendim ki, nedense daha da bir canım yandı... Çok mu mutsuzdu, yalnız mıydı, neden neden diye dolanıp durdu kafamda sorular...
Sonra can arkadaşım, ortaokul ve lise yıllarımızı yapışık geçirdiğimiz Pınar'ın facebook'daki gönderisini gördüm ;
Çoğunluk 'Ölü Ozanlar Derneği' ile hatırlıyor onu.. Benimse aklımda Balıkçı Kral (The Fisher King) var. Koşa koşa kitabını alıp okuduğumuz sonra filmini izlediğimiz..
O ana kadar aklıma gelmemişti Balıkçı Kral, yazıyı okuyunca bir anda o yıllara gidiverdim. Pınar da ben de kitap kurduyduk (hala da öyle ya) harçlıklarımızdan artan tüm parayı kitaplara yatırırdık. Yine kitap raflarını tararken görmüştük "Balıkçı Kral"ı, sanırım kapakta Robin Williams'ı görünce ilgimizi çekmişti de alıp okumuştuk. Hayran kalmıştık, sonra filmini izleyince daha da artmıştı hayranlığımız. Sonrasında defalarca izledim filmi. Her sahnesi aklımda...
Bu vesileyle, eğer izlemediyseniz "The Fisher King" filmini izlemenizi tavsiye edicem. İnsanın yüreğine dokunan sıcacık bir film. İzlediğim en güzel filmlerden biridir...
Jeff Bridges (Jack) mesleğinin zirvesinde bir DJ'ken kurduğu bir cümleyle bir dinleyicisini çok yanlış bir şey yapmaya teşvik eder. O günden sonra suçluluk duygusuyla birlikte hayatı alt üst olur. Sonra Robin Williams'ı (Parry) tanır, görüp göreceğiniz en tatlı şizofrendir, o trajik olayda hayatı kararanlardan biridir. O günden sonra Jack vicdanını rahatlatmak için, kendini Parry'yi mutlu etmeye adar...
Robin Williams gibi bir oyuncuyu tanıdığım için mutluyum, hayatımıza kattığı tüm güzellikler için kendisini saygıyla anıyorum. Oynadığı her rolde devleşen, her filmde kendine bir kez daha hayran bırakan müthiş bir adamdı... Umarım gittiği yerde, bu dünyada olduğundan daha mutludur...
Çoğunluk 'Ölü Ozanlar Derneği' ile hatırlıyor onu.. Benimse aklımda Balıkçı Kral (The Fisher King) var. Koşa koşa kitabını alıp okuduğumuz sonra filmini izlediğimiz..
O ana kadar aklıma gelmemişti Balıkçı Kral, yazıyı okuyunca bir anda o yıllara gidiverdim. Pınar da ben de kitap kurduyduk (hala da öyle ya) harçlıklarımızdan artan tüm parayı kitaplara yatırırdık. Yine kitap raflarını tararken görmüştük "Balıkçı Kral"ı, sanırım kapakta Robin Williams'ı görünce ilgimizi çekmişti de alıp okumuştuk. Hayran kalmıştık, sonra filmini izleyince daha da artmıştı hayranlığımız. Sonrasında defalarca izledim filmi. Her sahnesi aklımda...
Bu vesileyle, eğer izlemediyseniz "The Fisher King" filmini izlemenizi tavsiye edicem. İnsanın yüreğine dokunan sıcacık bir film. İzlediğim en güzel filmlerden biridir...
Jeff Bridges (Jack) mesleğinin zirvesinde bir DJ'ken kurduğu bir cümleyle bir dinleyicisini çok yanlış bir şey yapmaya teşvik eder. O günden sonra suçluluk duygusuyla birlikte hayatı alt üst olur. Sonra Robin Williams'ı (Parry) tanır, görüp göreceğiniz en tatlı şizofrendir, o trajik olayda hayatı kararanlardan biridir. O günden sonra Jack vicdanını rahatlatmak için, kendini Parry'yi mutlu etmeye adar...
Robin Williams gibi bir oyuncuyu tanıdığım için mutluyum, hayatımıza kattığı tüm güzellikler için kendisini saygıyla anıyorum. Oynadığı her rolde devleşen, her filmde kendine bir kez daha hayran bırakan müthiş bir adamdı... Umarım gittiği yerde, bu dünyada olduğundan daha mutludur...
Hepimizde tuhaf bir üzüntü bıraktı değil mi? Onlarında ne çok sindiremediği şeyler var ve şöhret bazen ne ağır geliyor hayatlara.
YanıtlaSilIşıkla diyelim bu filme bakacağım seyretmemiştim.
Maalesef öyle canım, söylenecek bişey yok... Mutlaka izle bu filmi eminim çok seveceksin... En iyi filmlerinden biri bence...
Silinanasım gelmiyor :(
YanıtlaSilal benden de o kadar :(
SilBenim için de Patch Adams demekti :)
YanıtlaSilEvet yaa nasıl muhteşemdi o film... Off offf...
Sil