4 gündür grip yüzünden evde yatıyordum dolayısıyla yapılacak en iyi şey film izlemekti. Ben de öyle yaptım. Bir iki tane de daha önceden izleyip yazamadığım film vardı onları da ekledim aşağıda topluca yazıyorum.
Bu grip denilen illet her sene güçlenerek geliyor sanırım, ilk defa grip yüzünden doktora gittim, iğne falan oldum da ancak kendime geldim. Aman dikkat edin.
Extraordinary Measures (2010)
Son dönem izlediğim filmler içinde en etkileyici olanıydı diyebilirim. Gerçek bir hikayeden uyarlanmış olması da etkileyiciliğini artırıyor.
Filmin konusu, iki çocuğu da nadir görülen genetik bir kas hastalığı olan Pompe hastası bir babanın çocuklarını yaşatma çabası olarak özetlenebilir.
Bu tarz filmleri seviyorsanız mutlaka izleyin. Sonunda da sağlıklı olduğunuza bir kez daha şükredin.
Sunshine Cleaning (2008)
"Little Miss Sunshine"ın yapımcılarından çıkmış bir film bu . Alan Arkin, Emily Blunt ve Amy Adams oynuyor. Sıradan insanların sıradan hayatlarını anlatan buna rağmen sıradışı bir film. Little Miss Sunshine'ı çok sevmiştim bu filmi de o yüzden izledim. Pişman olmadım, beklediğim gibi bir filmdi. Ama herkesin seveceğini garanti edemem.
Konusuna gelirsek, Rose babasız büyüttüğü bir oğlu olan, hayatta bir türlü başarılı olamamış bir kadın. Evlere temizliğe gidip geçinmeye çalışıyor. Annesi o küçükken intihar etmiş, babası başlı başına bir olay, kızkardeşi bir işte tutunamayan kimseye eyvallahı olmayan bir kız. Rose hepsini idare etmeye çalışırken aslında hiç bir şeyi doğru düzgün yapamadığının farkında. Yaratıcı zekaya sahip oğlu gittiği devlet okulundan zeka geriliği gerekçesiyle atılır. Rose oğlunu özel okula göndermek için daha çok paraya ihtiyaç duyar ve ilginç bir işe girer: Cinayet mahalli temizleme.
Bağımsız sinemaya ilgi duyuyor ve klişelerin dışında bir şey izlemek istiyorsanız buyrun.
Letters To Juliet (2010)
Hepimiz Shakespeare'in Romeo ve Juliet'ini biliriz. Birbirine kavuşamayan efsane aşıklar. Ama bu filmi izlemeden önce, Verona'da Juliet'in evi denilen bir ev olduğunu ve her yıl Juliet'e yazılan binlerce mektup geldiğini, mektuplarda Güzin Abla misali Juliet'ten aşkla ilgili tavsiyeler istendiği ve daha da ilginci kendilerine Juliet'in sekreterleri diyen bir grup kadının bu mektuplara cevap yazdığını billmiyordum.
Filmde tatil için Verona'ya gelen Amerikalı bir kız Juliet'in evinde tesadüfen 50 yıldır cevaplanmadan kalmış bir mektup buluyor. Mektuptaki aşk hikayesinden çok etkilenip mektubu yazan kişinin peşine düşüyor. Özellikle harika İtalya görüntüleriyle insanı etkiliyor. Ben severek izledim. Aşk filmlerini sevenlere tavsiye edebilirim.
Jane Eyre (2011)
Charlotte Bronte'nin Jane Eyre romanını ilk defa Anadolu Lisesi'nde ingilizce dönem ödevi sebebiyle okumuştum. Roman yıllar içinde bir çok kez sinemaya ve televizyona uyarlandı. Ben geçtiğimiz aylarda 2006 yapımı 4 bölümlük TV uyarlamasını izlemiştim, onun üzerine bir de 2011 yapımı sinema uyarlamasını izleyince uzun bir süre Jane Eyre izlemeyi düşünmüyorum :)
Filmde Jane Eyre rolünü Mia Wasikowska oynuyor. Bence çok başarılı bir performans sergilemiş, karakterin hüznünü, geçmişinde yaşadığı acıları çok net aktarıyor seyirciye. Genel olarak ağır ilerleyen, aksiyonu olmayan bir çok kişi için yer yer sıkıcı olabilecek bir film Jane Eyre. Ama dönem filmlerini seviyorsanız izleyebilirsiniz.
Larry Crowne (2011)
O kadar olumsuz yoruma rağmen Julia Roberts ve Tom Hanks'e kayıtsız kalamadım ve izledim. Maalesef yorumlar yüzde yüz haklıymış.
Kesinlikle hiç bir şey anlatmayan neden çekildiğini anlayamadığım gereksiz vakit kaybı bir filmdi. İlla ki izliycem diyenlere engel olmıyım ben.
Something Borrowed (2011)
Aşk filmlerine olan ilgim yüzünden izledim bu filmi ama çok da sevmedim diyebilirim. Kate Hudson'ı bu filmde her zamankinin aksine yan rolde görüyoruz sebebi de hamile olmasıymış ki bu da filmdeki aşırı kilolu halini açıklıyor.
Konu bana biraz ters geldi o yüzden de filme konsantre olamadım şöyle ki; filmdeki esas kız Rachel'ın okuldan çok yakın arkadaşı Dex, Rachel'ın kızkardeşi kadar yakın olan can arkadaşı Darcy ile evlilik hazırlıkları yapmaktadır. Ancak bu arada Rachel Dex'e ne kadar aşık olduğunu farkeder ve bir şekilde sarhoş oldukları bir gece Dex de ona aşık olduğunu söyler. Ortaya saçma sapan bir durum çıkar.
Real Steel (2011)
Eşimin sevdiği türden bir film olduğu için ve bir de Hugh Jackman yüzünden izlenecekler listeme girmişti bu film. Çok da hevesli değildim aslında izlemek için, ön yargılıydım robotlar, dövüşler falan var tam bir erkek filmi diyordum. Ama yanılmışım. Çok da severek ve eğlenerek izledim diyebilirim. Bir an bile sıkılmadım.
Film yakın bir gelecekte geçiyor, uzaktan kumandayla yönetilerek boks maçlarında kullanılan devasa robotlar var ortada, Hugh Jackman da dibe vurmuş bir robot dövüşçüsü, elindeki hurda yığınlarından bir robot oluşturup bataktan çıkmaya çalışıyor, bu arada pek görüşmediği 8 yaşlarındaki oğlu da bir şekilde ona kalıyor. Max de tam babasının oğlu bir çocuk, robot hayranı. Sonuçta ortaya süper bir ikili çıkıyor. İzlemesi keyifli bir film.
Mr.Popper's Penguins (2011)
Jim Carrey'i severim penguenleri daha da çok severim. O yüzden bir bakalım en azından güler eğleniriz dedik izledik, sonuçta kahkahalar attırmasa da eğlenceliydi. Aslında tam bir aile filmi denilebilir, çocuklar falan olacak birlikte izleyeceksiniz o zaman daha keyifli olabilir. Onun dışında çok da tavsiye etmem, bazı bölümler okul öncesi seviyesine kadar düşüyor çünkü, bildiğin çocuk filmi yani.
Post Comment
Yorum Gönder